Luc Besson’un üçüncü uzun metraj filmi ‘’Le Grend Bleu’’.
Film dört karakter arasında geçiyor. Enzo Molinari (Jean Reno) , Jacques Mayol
(Jean Marc-Barr), Johana Baker (Rosanna Arquette) ve ‘’Büyük Mavi’’. Enzo ve
Jacques arasındaki çocukluklarından başlayan ilişkinin aracısı, aynı zamanda
onlarında tutkusu olan deniz ve denize dalmak oluyor. Öyle ki 20 yıl sonra Enzo,
Jacques’ı bulduğunda onu serbest dalış dünya şampiyonasına davet ediyor.
Filmin
en etkileyici yanı yaratılan atmosfer... Filmin giriş sahnesini hatırlayalım.
Denizin üstünde ilerleyen bir görüntüyle başlıyor film. Bizi daha başlangıçtan
itibaren denizle buluşturuyor, içinde olmamızı istiyor. Bizi ‘’Büyük Mavi’’ ile
tanıştırıyor. Bu görüntü ile birlikte filmin
ana tema müziği de filmdeki atmosferin kurulumu açısından önemli. Eric Serra'nın müzikleri bir
nevi yunus veya balina sesi gibi sesler içeriyor ve hem karakterlerin suya olan
tutkusuyla, bizim denizle olan bütünleşmemizle örtüşüyor. Yazı karakterinin
renk tonu bile filmin tonunu yansıtıyor. Çok karanlık değil, açık bir mavi
huzurlu ama derin. Balıkgözü objektifin kullanımı bir diğer önemli yapı taşı
film için. Çünkü özellikle Jacques neredeyse bir balıktır. Johana’ya cüzdanını
gösterirken aile fotoğrafı olarak yunusu gösterir. Enzo da, Jacques ta karada
nefes alamazlar, suya ihtiyaçları vardır. Filmin daha başında hüzünlü bir olay
gerçekleşir. Jacques’ın babası ölür fakat filmin genel atmosferinde hafif
gülümseten bir yan olduğunu söyleyebiliriz. Enzo Molinari karakterinin İtalyan olması,
Sicilyalı aile yapısı, annesinden korkması gibi unsurlar mizahi yönü
destekliyor. Balıkgözü objektifi, müzikler, deniz ve aşk… Oluşturulan bu
egzotik atmosfer sanki filmi yüzeysel bir moda sokuyor gibi ama hayır. İki
arkadaşın aralarındaki rekabet ve dostluk ilişkisinin dengesi ve güzelliği bir
yandan bize romantik bir umut veriyor. Deniz ile olan bağları , ‘’Büyük Mavi’’
ye olan tutkuları da hayata ve hayatla ilgili bir şeye doyasıya bağlanmayı
düşündürtüyor. Daha da doğru olarak hissettiriyor.
Johana ve Jacques birlikte olsalar da, Jacques adeta başka bir dünyadan olduğu için Johana’nın varlığını bir türlü göremiyor. Özellikle yaşadıkları bir diyalog bazı şeyleri anlatır gibi: Johana: Ne hissediyorsun daldığında? Jacques: Düşmeden kaymak gibi bir his. Jacques: En zoru dibe geldiğinde. Johana: Neden? Jacques: Yukarı dönmek için iyi bir sebep bulman gerekiyor. Bu sırada Enzo ve Jacques yarışmadan yarışmaya gidiyorlar. Enzo rekoru kırıyor. Jacques her seferinden ondan daha iyi bir derece yapıyor. Sonunda Jacques 120 metre yaptığında bunu geçmek bir intihar halini alıyor. Enzo ise suya dalıyor. Çıktığında ise Jacques’ın kollarında can veriyor. Haklıymışsın aşağısı daha güzelmiş diyor Enzo. Beni oraya götür diyor. İşte o zaman anlıyoruz gerçekten suda nefes aldıklarını. Suda yaşam bulduklarını… Enzo’nun ölümünün ardından Jacques dayanamıyor ve görmek istiyor büyük mavinin derinliklerini. Film öyle derin felsefelere gebe olmasa da ‘’Büyük Mavi’’ nin derinliği bizi Jack London vari bir romantizmin içine sürüklüyor. Tutkuyla bağlanmış yaşamlar şu soruları sormaya yetiyor. Gerçekten yaşıyor muyuz? Doyasıya? Tutkuyla? Coşkuyla?
Johana ve Jacques birlikte olsalar da, Jacques adeta başka bir dünyadan olduğu için Johana’nın varlığını bir türlü göremiyor. Özellikle yaşadıkları bir diyalog bazı şeyleri anlatır gibi: Johana: Ne hissediyorsun daldığında? Jacques: Düşmeden kaymak gibi bir his. Jacques: En zoru dibe geldiğinde. Johana: Neden? Jacques: Yukarı dönmek için iyi bir sebep bulman gerekiyor. Bu sırada Enzo ve Jacques yarışmadan yarışmaya gidiyorlar. Enzo rekoru kırıyor. Jacques her seferinden ondan daha iyi bir derece yapıyor. Sonunda Jacques 120 metre yaptığında bunu geçmek bir intihar halini alıyor. Enzo ise suya dalıyor. Çıktığında ise Jacques’ın kollarında can veriyor. Haklıymışsın aşağısı daha güzelmiş diyor Enzo. Beni oraya götür diyor. İşte o zaman anlıyoruz gerçekten suda nefes aldıklarını. Suda yaşam bulduklarını… Enzo’nun ölümünün ardından Jacques dayanamıyor ve görmek istiyor büyük mavinin derinliklerini. Film öyle derin felsefelere gebe olmasa da ‘’Büyük Mavi’’ nin derinliği bizi Jack London vari bir romantizmin içine sürüklüyor. Tutkuyla bağlanmış yaşamlar şu soruları sormaya yetiyor. Gerçekten yaşıyor muyuz? Doyasıya? Tutkuyla? Coşkuyla?